30 Eylül 2014 Salı

Dukan'la 6. hafta

Günaydın beybiler

Bugün bi enerjiğim bi enerjiğim sormayın! Yapmam gereken bi dünya iş var - harç yatırmak için Halk Bankası bulmam lazım (o kadar yok ki şehir efsanesi olduğuna karar verdim) sonra gidip yemekhanede yardım etmem lazım, akşam da eve gelip hem çalışıcam hem de yemek ve ütü yapıcam. Bakalım sabahın buz gibisinde beni ayıltan duş tüm gün yetecek mi ommmmmm...

Gelelim geleneksel iki haftalık özetimize. Kargalardan daha pozitif olmamın nedenlerinden biri de sevgili Dukan amca aslında. Nitekim sabah tartılıp 8 kiloya elveda dediğimi görmek oh la la gazına sokmuş olabilir. Dün D.S. (Dukan'dan sonra) ilk defa ofise gidip oradaki insancıkların aaa kilo vermişsin lafını duymam da etkili oldu tabi. Alyansımın parmağımdan düşüyor olması da güzel bi şey (evli barklı olarak alyanssız gezmiyoruz tabi höyt, baş parmağıma takıyorum şimdilik). Bi deee az önce giyecek kışlığım olmadığı için göbüşün taştığı meşhur kotumu da denedim - hala accık fazlalık var ama bol bi tshirtün kapatamayacağı kadar değil! Dur giyeyim hatta gidip. Şu an yumurtalarımı yiyor ve pantolonumun içinde ağlıyorum biliyor musun? Ayh bu sabah pek bi şımarığım ayol :)

Öhöm. İtiraf zamanı geldi çattı. Hep ağzıma Dukan dışında bi şey sokmuyorum diyorum ya, birazcık yalanımsı olabilir. Aslında suç benim sayılmaz, (ben iyiyim de çevrem kötü) ama yine de durumu değiştirmiyor şekerler. Açıklıyoruuuum peynir. Dukan'a göre peynirlerin en fazla %2 yağlı olması gerekiyor, lakin güzel ve yalnız ülkemde bu oran sadece böreklik lorlarda var ki o da hepsinde değil. En ufağından en hiperine tüm marketleri talan ettikten sonra buna emin oldum. Bu gözler %14 yağlı diyet peynir bile gördü! Ben de "çaresizlikten" %7-8 oranlı olanları tükettim hep. Ezine manyağı olarak peynirsiz bi hayat yoo yoo dostum.. Ben de minimumda tuttum tüketimimi. Usturuplu peynir bulsam sınırsız yiyebilecekken kibrit kutusu ayarında takılıyorum mecburen - bu da bi şey sayılır bence.

Peki kriz? Dolaptaki çikolatalar hala arada aklımı çelse de kendileriyle mesafeli bi ilişki sürdürmeye devam ediyoruz. Garip bi şekilde tatlı, karbonhidrat vs krizleri pek yaşamıyorum, fakat dün Migros'ta ufak bi raftaki her şeyi yeme isteği patlama yapmadı değil. Her şey beyim beyimin kaşar/salam sandviçlerinden sıkılmasıyla başladı.. (Flashback) Fıstık ezmeli/reçelli çeşitler denemek istediğini söyleyen Cihan için Esra o alçak hain fak yu reyona girer. Fıstık ezmeleri Nutella'larla yan yana kuzu kuzu yatmaktadır. Sürülebilir kıvamda olanını bulmak için ürünleri bi süre inceleyen zavallı Esra tüm kavanozların dibini görüp göbeği açık bi şekilde reyonda kendinden geçtiğini gözünde canlandırmaya başlar. Hatta sevmiyor olmasına rağmen reçeller bile çok çekici gelmektedir. Silkinir, kendine gelir, reçelini ve ezmesini alıp yeşilliklere doğru ilerler..

Kafamdaki ben
Gerçi geçen hafta donut, ondan önce Raffaello, dün de Nutella aşerdiğimi düşününce 6 haftadır tatlı cubur yemiyor olmamın yavaştan açığa çıktığını söyleyebilirim. Her ne kadar kriz şeklinde gelmemiş olsa da sağlıksız tatlı bağımlılığım ufaktan "ben buradayım" der gibi gibi. Süper fantastik irademle bunu da durduracağıma inanıyorum. Ohannes, belki de senelerdir ilk defa kendime gerçekten inanıyorum yemekten uzak durma konusunda. Güzel bi duyguymuş, sevdim :) Belki de D.S. bu bağımlılığımı tamamen yok edip yemek için yaşamayı bırakıp yaşamak için yemeye başlarım, ne dersiniz? (Gel klişe geeeel geeel geeel) 

Bu arada.. Daha önce pek bol gelen kıyafetim olmadığın için bilemiyorum - pantolonun göbekten dar arkadan oldukça bol olması popişin hala fazla büyük olduğunu gösteriyor olabilir mi? Yoksa benim vücudum zayıfladıkça yamuk yumuk bi hale mi geliyor? Ühü?

26 Eylül 2014 Cuma

İçimdeki ev kadını bambaşka!

Neler oluyor bana beybiler?

Bundan bi sene önce "ev kadını olacaksın" deseler kafa göz dalardım; hoş bundan 5 sene önce evleneceksin dediklerinde de küfür ediyordum. Demek ki neymiş? Büyük laf etmeyecekmişiz. Öhöm.. Gelelim içime kaçan domestik "şeye".

Neredeyse üç aydır full time ev kadınlığı yapıyorum. Bi yandan sigortalı / asgari ücretli çalışan olmam mesai saatlerimin süperliği ve home office teknolojikliği sayesinde buna engel olmuyor. Aylardır hala beni şaşırtan nokta ise bundan zevk almam - evi çekip çevirmek bildiğin hoşuma gidiyor ayol :) İş hayatındaki en zorlu projenin altından kalkmaktan çok daha farklı bir tatmin duygusu yaşıyorum - bu daha güzel geliyor bana. Hele çamaşır ve bulaşık makineleri aynı anda çalışıyorsa resmen çılgın atıyorum. 

Normalde de mutfakta bi şeylere uğraşmayı çok seviyorum zaten. Sadece 3 yıldır yemek yaptığımı düşünürsek buna belki önceki yılların acısını çıkartıyorum diyebiliriz, bilmiyorum. Lakin elimde garip gurup malzemeler varken, onları birleştirip leziz şeyler ortaya çıkarmak çok zevkli! Hele bi de insanlar "eli lezzetli hatun" klasmanına soktukça beni iyice gaza geliyorum. Altından kalkabileceğime inansan aşçı olacam yani, o kadar hoşuma gidiyor yemek yapmak. Bu konuda google amcanın hakkını asla ödeyemem, ama doğaçlama yeteneğimin de hakkını yemek istemiyorum. Eh malum, yılların obezi olarak ne neyle iyi gider çok iyi bilmem doğal zaten değil mi? (Tam şu anda kuzenimin yemekle ilgili fikir almak için beni araması bambaşka oldu)

Cihan'ı sabah geçirmek, akşam karşılamak, ona sandviç hazırlamak, akşam sofrayı kurmak gibi tam ev kadınlığı davranışları da mutluluk veriyor bana. Gerçi bunun nedeni onu çok seviyor olmam olabilir tabi, onunla ilgilenmekten inanılmaz keyif alıyorum. İki gündür şehir dışında; konuştuğumuzda hep yemek yedi mi, üşüyor mu, rahat mı gibi sorular soruyorum - normalde yaptığım şeyleri yapamıyorum ya kafam gidiyor. Yarın eve gelecek ya, pazar sabah kahvaltısında ona ne hazırlasam diye şimdiden düşünmeye başladım. (Doktor alın bunu, giydirin ceketi)

Bu paragraftan sonra düşündüm de, domestikliğim evimi çok sevmekten kaynaklanıyor sanırım. Evimdeki huzuru başka bi yerde bulamıyorum -  e sevdiğimiz şeylerle ilgilenmek isteriz, o zaman benim de evimle ilgilenmek istiyor olmam mantıklı geldi bak. İş hayatından yorulmak bıkmakla alakası yok; ofisteyken de eve gelmek isterdim hep. Evimde çok mutluyum lan :)

Bu arada ev kadını dedim ya, öyle sabahtan akşama temizlik yaptığım sanılmasın. (İtiraf.com mode on) Haftada bir temizlik yaparsam iyi valla! Günde en fazla bi saat iş yapabiliyorum, hatta çoğu günler sadece boş boş oturuyorum. Ama boş boş oturmak canımı hiç sıkmıyor, hatta sabah erken kalkınca daha fazla boş boş takılabileceğim için seviniyorum bile. Olur da geç kalkarsam canım sıkılıyor "yaa ben uyuduğum sürede bi sürü şey yapabilirdim" diye. Bi sürü şey derken ne mi? Bi sürü aylaklık işte. Boş boş ne güzel bi ikileme fark ettiniz mi? Boş boş işler işte..

Bi yanım bu işin tehlikeli noktaya doğru gittiğini düşünüp gıcık ediyor beni ama. Kendi yoğurdumu yapmamla başladı sanırım her şey. Katkısız, içinde ne olduğunu bildiğim yemekleri tercih eder hale geldim. Tavuk kıyması almıyorum, kendim yapıyorum; kıyma alacaksam etten taze çektiriyorum; alacaklarımın etiketlerini okuyup daha doğal olanlara yöneliyorum falan derken bu huylar yanımda kendi adaçayımı taşıma manyaklığına kadar gider mi acaba? Şu an pizza söylediğimi düşünüyorum mesela, midem bulanıyor yağından unundan.. Ya da dışarıdan yiyecek bi şey almayı planlarsam "ben bunu evde yaparım, en azından içinde ne olduğunu nasıl yapıldığını bilirim" deliliğine kayıyorum. Beybiler, olur da "organikten başka yemem, dışarıdaki her şey pis" diye geri dönülmez bi manyaklığa kayarsam, ıslak odunla döversiniz beni değil mi?

El özet: Lisenin asosyali, üniversitenin gezentisi, ofisin işkoliği dönemlerini bırakıp evinin kadını moduna geçtim ve huzurluyum. Böyle devam eder mi, yoksa bu da geçici bi dönem mi bilmiyorum ama önemli olan şu an hissettiklerim ve bu mutluluk bana şu an yetiyor. Daha kısa özet: I luv ev! :)


Evimi seviyorum - tam oturdu


22 Eylül 2014 Pazartesi

Dukan 1 ay bitti, bakalım neler olmuş..

Aslında 3 gün önce bitti ama ben anca yazabiliyorum - şaşırmadık değil mi beybiler?

Şimciiiik.. Çok uzun uzun anlatacak bi şey yok doğrusu, hem yemek düzenimdeki hem de süreç yönetimimdeki (oo yeaaa) gelişmeleri daha önce yazmıştım. Ama yine de dolu dolu 1 aylık iradeyi boş geçmemek lazım :)

Son bi ayı çılgın gibi yiyerek geçirdim diyebilirim. Dukan'a uygun bi sürü yemek varmış ve hepsini istediğimiz zaman istediğimiz kadar yiyebiliyormuşuz ya.. Ooooh yandan yandan! Bi ara tatlı manyaklığım tuttu mesela; muhallebiler, dukanellalar, pudingler, kurabiyeler aldı başını gitti. Açım diye ortalıkta kıvrandığım zamanları yaşamadım, ama sürekli bi şeyler yemeliyim diye kendimi kaybettiğim dönemlerde oturup yarım kilo et yediğimi bile biliyorum. Dünyaları yememe rağmen Dukan prensiplerinden bi gramcık dışarı çıkmadım. Pasta kestiğimizde bi çatal tatmayı bırak, parmağıma bulaşan kremayı yalamak yerine peçeteyle silecek kadar kendimi adadım diyet programına.

Değişiklik yapma isteğim sayesinde yeni yeni yemekler öğreniyorum sürekli - ilk defa kapuska yaptım mesela geçen gün. Gayet de güzel oldu. Tavuğu rondoda çekip kıyma yapıp köfteye dönüştürdüm, yulaf kepeğinden ekmekler krepler poğaçalar modifiye ettim, e soslarla baharatlarla yeni lezzetler bulduğumu zaten biliyoruz. Elimdeki malzemeleri karıştırıp diyete uygun yemekleri yaratmak çok zevkliymiş. Resmen mutfak kültürüm gelişti bi ayda ayol :) Bu akşam da coleslaw salatası yapacağım fırında tavuk yanına, bakalım o nasıl olacak.

Gel irade geeel geeel geeeeel :)
Gelelim asıl süper fantastikliğime.. Çılgın irade! Öyle böyle değil ama, çok pis irade yaptım. Yukarıdaki manzarayı her gün defalarca görüyorum; içkiler değil de çikolatalar oldukça zorluyor beni. Dürüst olmak gerekirse ara ara elim gitmiyor değil, ama hemen cıssss yapıp durduruyorum kendimi.Evli barklı insan olarak beyim beyime de diyet yaptırıyorum ama bi yere kadar. İşe giderken susamlı ekmekle kaşar salam sandviç hazırlıyorum ona, yanına çikolata koyuyorum, sabahları topkek yediği için evde koliyle stok var, onun kuruyemişleri rafta, meyvesini tatlısını alıyorum, akşamları bazen makarna pilav yapıyorum protein yanına.. Özetle benim yiyemeyeceğim onlarca şey her gün elimden geçiyor mecburen. Bankadaki veznedar gibi oldum - elimden geçiyor ve gidiyor. Bi parçasını bile mideme yollamıyorum ve bu beni inanılmaz motive ediyor.

Bunca yıldır "çok yorgunum, makarna bekleyecek halim yok, pizza söyleyelim; gece 2 oldu ama çok açım, aç uyunmaz, ekmek arası bi şeyler yiyeyim; regl oldum, tatlı yemem lazım mutlaka, yaşasın nutella!" bahanelerimi hoooop diye yok edip kendimi yemek konusunda kontrollü düzene soktum ya, daha ne isterim! (Spor yapmak da isterim aslında ama o gaz hala gelmiyor, neyse, her şey sırayla değil mi?)

Peki fiziksel olarak ne oldu? Nur topu gibi 6,5 kilo el sallayarak uzaklaştı vücudumdan. Lanet olası faking fak fak göbek hala gitmiyor; ama yüz sırt kollar bacaklar ve popo bölgesinde bariz küçülme var. Tayt insana bol gelir mi ayol? Bacakların alt kısmında yapışma özelliğini kaybetti resmen. (Yazar burada çaktırmadan böbürleniyor) Geçen kış üst kısımda fermuar kapanmadığı için giyemediğim çizmelerimi denedim hemen - bu kış kreasyonlarıma eşlik etmeye hazırlar! :) Bazı eteklerim bol geliyor, eski pantolonlarımın içine girebiliyorum gibi gibi (gibi çünkü göbek hala foşurduyor üstten ama o da gidecek elbet).

Gerçi beni gören insanlar hala kilo verdiğimi fark etmiyor; bu can sıkıcı bir nokta. Hala aynı kıyafetleri giyiyorum ve zaten bol kesim olan kıyafetler saklıyor olabilir ama yine de insan gözüne gözüne sokmak, zayıflamışsın lafını duymak ve mutlu olmak istiyor caaanım. Neyse, eski kıyafetlere doğru kaymaya başladıkça anlaşılır diye umuyorum. Ona da bi kaç kilo daha var sanırım - sabrın sonu selamet. Peki görsel olarak ne kadar verdim? Ta taaaaaaa! Sütleri 1, kolayı 1,5, pi'yi 3 alın.

Damacanaya doğru azimle :)

O değil de, sürekli gülücükler koydum sağa sola fark ettiniz mi? :))


Obezite ve aşk hayatı - evli barklı

Sanırım serinin (12) en zor yazısı bu olacak. İlk neden kendimden başka obez evli tanımıyor olmam - çoğu şey bu sefer doğrudan benden gelecek. İkincisi ve asıl önemli olan ise gerçekten içimi dökesim, kendimi analiz edesim, sonra da gidip kendimi dövesim var. Sabote ettiğimi bilmek hiç güzel bi duygu değil; mutluluk vermiyor, hayatımı güzelleştirmiyor ama yine de kendimi durduramıyorum işte. Sopa?

Hani artık imzayı attık, alan almış, alan memnun veren memnun gibi sözler var ya; normal insanlardaki işleyişi tam bilmiyorum ama bi obez için bunlar çok anlamsız. Bi obez evliliğinin 18. yılı olsa, adam işten eve evden işe olsa, hatta yıllarca bi odada kilitli kalsa bile kafasındaki şüphelerden asla kurtulamaz. Hatta gaza gelip şöyle bi iddiada bile bulunuyorum - bizim en paranoyak dönemimiz evlendikten sonra başlıyor olabilir.

Sevgiliyken terk edilme/beğenilmeme korkusu her ne kadar daha yoğun olsa da bu korkudan kurtulmak çok basit - ilişki basittir ve biter, korku gider. Oysa evlendiğimizde işler bu kadar basit olmuyor; eşin bizi beğenmediğini düşünmek sevgilinin beğenmediğine inanmaktan daha acı verici. Üstelik sürekli beraber olduğumuz için zavallılara daha fazla işkence yapabiliyoruz. 


Ama olmaz ki böyle!


İçimizde yıllardır dışlanmanın verdiği yorgunluk tüm huzuru evinde bulmaya çalışıyor - 7/24 ilgi sevgi özen bekliyoruz karşımızdakinden. Normal değil belki, evet, ama tatlı krizine girmek gibi bi şey işte. Eşimiz de doğal olarak bi yere kadar karşılayabiliyor bu psikopatlığımızı. Aylar boyunca kafamız rahat, mutluluktan sarhoş yaşıyoruz. Sonra bi gün telefon açılmıyor, eş eve geç geliyor, internette fazla takılıyor ve gerizekalı beyin paranoya moleküllerini çötönk diye salıveriyor ortaya - "internette başkalarına bakıyor, başkasıyla buluşuyor, başkasını düşünüyor, artık beni beğenmiyor.." Sadece aldatılma değil aslında konu; onun başka birini düşünüyor/beğeniyor olması bile yetiyor şartelin atmasına. Sonuçta aşk körlüğü sevgiliyken geçmediyse evlendikten sonra geçecek değil mi? Ve benim bile aynaya bakmaya tahammül edemediğim bedenimi bi süre sonra o da olduğu gibi görmeye başlayacak ve benden soğuyacak, benden uzaklaşacak, benden tiksinecek..


Bunları düşünmek için mantıklı bir nedene gerek yok aslında, dedim ya adamı yıllarca odaya kilitlesek bile aklında başka biri olduğuna emin olabiliriz hala. Bu saçma kuşku kafaya yerleştikten sonra ise manyak gibi "kanıtlayacak sinyaller" aramaya başlıyoruz. Cicim aylarında her gün sevdiğini söyleyen adam bi gün aksatsa - tamaaaam! Artık beni sevmiyor. Normal evlilik süreci, gündelik hayat yoğunluğu, yorgunluk, hayattaki diğer olaylar umrumuzda değil. Bunları yokmuş sayıp tamamen kendimize yoruyoruz her şeyi. Tüm gün toplantısı var, telefonumuzu açmadı ve iki saat geçmesine rağmen aramadı diyelim. Ne toplantının uzaması, ne müsait olmaması, ne şarjının bitmesi.. Bunlar yok kafada. "Bana dönmedi, artık beni sevmiyor!" Gece geç geldi işten, yorgun argın hemen uyumak istiyorsa.. "Bu gece beni görmek istemedi aslında, yorgunluk bahanesi, artık beni sevmiyor!"

Yazarken bile ne kadar saçma olduklarını görebiliyorum ama beyin fazlasıyla güçlü bi organ. Bu düşüncelerin olduğu anda tepki verdirmeyip mantık tarafını devreye sokabiliyor olsa da bunları bi kenara stoklamayı ihmal etmiyor. Sinsice tüm paranoyaları biriktirip alakasız bi anda toptan attırıveriyor ortaya. Üsttekilerin hepsine mantıklı yaklaşıp eşe yansıtmadan konuyu kapattık diyelim. Bundan aylar sonra başka bi delilik krizi geliyor - dışarı çıkalım dedik yorgun olduğunu söyledi. Tak tak tak.. Sıraya giriverdi mi hepsi? Zaten daha önce telefonumu açmamıştı, o gece hemen yatağa girmişti, bi kaç gün beni sevdiğini söylemeyi unuttu, şimdi de benimle dışarıda görünmek istemiyor. Bu kadarla kalsak iyi, kendimizi doğrulayacak başka kanıtlar da bulabiliyoruz ek olarak. Geçen gün telefonunun sesi kapalıydı, geçen ay alyansını takmadan gitmişti (unutmuş olamaz canım, kesin bilerek almadı), en yakın arkadaşıyla internette konuşurken ben gelince sayfayı kapatmıştı (kesin benim hakkımda yazışıyorladı).. Bak o zaman bunları önemsememiştim ama şimdi hepsi yerlerine oturuyor ühühühühüh :((


Bana bak! Şişmanım, çirkinim, değersizim.. Ben neden onlar gibi olamıyorum ki?
Bunları çemkirme usulüyle eşe yansıtmasak bile içimizde büyüterek kendi tavırlarımızı değiştiriyoruz ister istemez. Soğukluk hissetmeye başlıyoruz ama bi yandan içimizdeki mantıklı aşık taraf saçmaladığımızı hatırlatıyor. Değişik bi ruh haliyle kendi içimizde savaşarak dengeyi sağlamaya çalışıyoruz. Bu çaba çok yorucu, gerçekten. Dışarıdan bakınca hiçbir neden/değişiklik/uğraş yokken içeride Hitler Rusya'ya giriyor, Rusya karşılık veriyor, Amerika bi kenarda sinsice dahil olmayı bekliyor.. Ve biz bu karmaşanın ortasında hayatımızı düzenle sürdürmeye çalışıyoruz. Eşi sivil kayıp olarak karıştırmamayı başarsak bile kendi kafamız gidiyor veeee beklenmedik(!) son - depresyon koşa koşa kollarımıza atlıyor..

Hissettiğimiz anlamsızlıklarla karşı tarafı etkilemediğimizde bile sadece kendimize yaptıklarımız sabotajın tamamlanmasına olanak sağlıyor. Taraflardan birinin düzenli olarak depresif, dengesiz, mutsuz olduğu bir evlilik ne kadar sağlıklı yürüyebilir ki? Yok ettiğimiz sadece evlilik değil, içimizdeki huzur da kaybolabiliyor zaman zaman. Huzur olmayınca kafa daha derinlerde kayboluyor, sonra daha çok huzursuzluk, sonra daha derine iniş - pis bi kısırdöngü! Bazen döngü bi anda kırılıyor; normal hayata geri geliyoruz. Ne kadar saçmaladığımızı fark ediyoruz, eş farkında olmasa bile ona "kendi içimizde" yaptıklarımızı telafi etmeye çalışıyoruz, hayat yine güllük gülistanlık oluyor. Derken bi anda cevapsız arama düşüyor onun telefonuna ve şüpheler daha boğucu halde geri geliyor. "Ben kendimi asıl mutluyken kandırıyormuşum, bak adam beni sevmiyormuş aslında, şişman olduğum kadar da gerizekalıyım zaten, hem kim ne yapsın ki beni?" Sonra yine iyileşme, yine depresyon, yine iyileşme.. Karşıda ise dünyadan haberi olmayan bi zavallı!

Özetle, sadece kendimizi sevmediğimiz için başkasının bizi sevebileceğine tamamen inanamıyoruz. Bi iki yıl sever, bilemedin beş yıl olur, ondan sonra "gözü açılır" ve bizden vazgeçer diye düşünüyoruz. Bu o kadar güçlü bi inanç ki; karşı taraf ağzınla kuş tutsa ikna edemiyor bizi. Bi nevi medyumculuk oynamak belki - nasılsa sonunda üzüleceğim, bari şimdiden kendimi hazırlayayım da darbe o kadar sert gelmesin! En kötüye hazırlanırken gerçekten en kötüyü çağırıyoruz ama farkında bile değiliz. En içten duygularımla - iyi bok yiyoruz!

20 Eylül 2014 Cumartesi

Obezite ve aşk hayatı - sevgililik müessesesi

Korku çok güçlü bi şey; o kadar güçlü ki tanımlayamıyorum bile. Evrimsel olarak bizi hayatta tutmaya yarar ancak gündelik hayatımızda birçok şeyi yok etme yeteneğine sahip. Sırf kaybetme korkumuzdan o kadar çok kişiyi bunaltıyor; terk edilme korkumuzdan o kadar çok ilişkiyi yok ediyoruz ki..

- Bir önceki yazı için Başlangıç -

Başlangıç kısmını geçtik ve süper bi ilişkiye başladık; partner harika, kafalar tamamen uyuyor, yanındayken huzur maksimum, onun kollarında olmaktan daha güzel bi duygu yok dünyada.. Mantıklı insanlar bu durumda beraberliğinin tadını çıkartıp mutlu mesut yaşar değil mi? Evet, en başta biz de öyle yapıyoruz. Gülüyoruz, eğleniyoruz.. ama sonrasında göbekçiğimiz bizi psikopata bağlatıyor.

Hani aşırı kıskanç insanlar için öz güvenleri eksik derler ya, hah işte her şeyi piç etmemizin başlıca nedeni bu aslında. Sevgiliyle güzel güzel yaşarken bi anda "ya beni beğenmiyorsa" paranoyası gelip küüüüt diye yerleşiveriyor beynin bi kenarına. Sonuçta aşk körlüğü geçtikten sonra gözler tüm kusurları görmeye başlamıyor mu? Ya bu zamana kadar benim karakterimi seven o adam artık benim fiziğimden rahatsız olmaya başlıyorsa? Ya gözü açıldıysa ve başkalarını beğenmeye başladıysa? Ya benden sıkılıp benimle yetinmek yerine başka insanlara yönlenme eğilimindeyse?

İşin kötü kısmı bu manyaklığı sadece kendi içimizde yaşamıyor oluşumuz. Bi noktadan sonra beynin minicik yerinde başlayan şüpheler tüm hayatı kaplamaya başlıyor ve psikopatlığımızı ister istemez karşı tarafa yansıtmaya başlıyoruz. Damarlarında kıskançlık içeren tek bi damla kan bulunmayan insanlar karşı tarafın her hareketinden kıllanmaya başlıyor. Normalde "sevgili gitsin gezsin, sabaha karşı eve gelsin, nerede olduğunu bileyim yeter" kafasındakilerimiz bile paranoya büyüdükçe "neden geziyor, kiminle geziyor, kesin beni aldatıyor, mutlaka başkalarına bakıyor" hastalığına kapılmaya başlıyor. Sonrasında ise bu düşüncelere o kadar inanıyoruz ki gerçekliğinden şüphemiz kalmıyor; ister istemez sevgiliye davranışlarımız değişiyor. Çünkü artık ona güvenmiyoruz, ve güvenmediğimiz biriyle ne işimiz olabilir ki? Bundan sonrası ise hiçbir şeyden haberi olmayan zavallıcığı sıkmak, bunaltmak ve bezdirmek oluyor - yazık..


Sorarsan hep sevgimizden oysa!

Peki sadece bu kadarla yetiniyor muyuz - tabi ki hayır! Sevgili kişisi dışında çevresi de kabuslarımıza eşlik edebiliyor. Siz hiç sevgilinizin yeni tanıştığınız arkadaşının arkanızdan konuştuğuna "kendinizi ikna ettiniz mi?" Sadece beni sevmedi mantığı değil ama, beni beğenmediği için konuşuyor olmalı. Hatta sadece beğenmediğini iletmiyor, bir de "olm o ayı gibi kızı nereden buldun lan, piyasa hatun kaynıyor, bırak git kadına benzeyen bi şey bul" diye ayrılmaya bile itiyor olabilir. Bunun olasılığı çok çok çok düşük, evet, ama beyin normal çalışmıyor ki işte! Bi kere en yakın arkadaşın sevgiliyi bizden uzaklaştırdığına inanıyoruz ya, ooof ooof. O kişiyle görüşmeler batmaya başlıyor; kafada hep "kesin görüştüklerinde benden bahsedecekler ve sevgilim sonunda onun yüzünden beni terk edecek" korkusu varken buluşmalarını nasıl kabul edebiliriz ki? Peki zavallı sevgilimiz nedensiz bi şekilde en yakın arkadaşıyla görüştüğünde trip attığımızda bunu neden kabul etsin? Accık beyni varsa etmez tabi..

Eğer sevgili sosyal bir insansa iş iyice zorlaşıyor. Biz obezler genel olarak çok gezmeyi tozmayı seven insanlar değiliz. Sadece insanların bize pis bakması, kendimizden utanmamız, saklanmak istememiz değil neden; ağırlığımız nedeniyle çok fazla yürüyüp hoplayıp zıplayamıyoruz zaten. Sürekli gezmeyi seven bir sevgili olunca ne oluyor peki? Mesela sürekli clublara gitmek isteyen, dans etmeyi seven biri olsa hayatımızda; haftada bir gitsek, orada 10 dakika sonra soluksuz kalsak, sonra eve dönsek hem yorgun hem mutsuz, bu mutsuzluğu ona da yansıtsak, uzun vadede artık dans etmesek.. E adamın en büyük zevkini yok ettim, ya da onu başkalarıyla gitmeye ittim. (Kesin gittiği hatunlarla beni aldatıyordur bonus). Ya da mağaza gezmeye bayılan bir sevgili geldi şansımıza; beraber AVM gezsek, iki mağaza sonra bacaklar iflas etse, biz dinlenmek o gezmek istese, hatta bize de kıyafet denettirmek istese, biz o kıyafetleri deneyip depresyona girsek, korkunç bir yorgunluk ve asıl suratla gezmeye devam etsek, o yanında mutsuz olduğumuzu düşünse.. Spor seven sevgili varsa ona hiç girmeyeceğim zaten - sahi senin ne işin var bizimle kuzum?

Sosyalliği arkadaş yemekleriyle sınırlı olanlar da bize pas veriyor aslında. Daha önce dışarıda yemek yemekle ilgili rahatsızlıkları anlatmıştım, az önce de arkadaşlarla ilgili paranoyayı söyledim. Bu ikisi birleşip buna sosyalleşmenin huzursuzluğunu da eklerseniz ne oluyor biliyor musunuz? Kendinden farklı, huysuz, mızmız, zorlayan bir obez çıkıyor ortaya. Kendimizi sevdirmek için daha farklı davranıyoruz, gerildiğimiz için bambaşka biri oluyoruz, paranoyalarımız ortamdaki güzel kızları kuyuya atıp asit dökmek istiyor.. E zaten içimizde sürekli adamın bizden utandığı hissi de var. Normal insanlar için bile sevgili ortamı gergin bir ortamken biz çok fazlasını yaşıyoruz. Sonra daha fazla yaşamak istemiyoruz; ya sevgiliyi yalnız gönderiyoruz ya da onu bile göndermemek için kırk takla atıyoruz. Sizi bilmem ama sevgilim bana arkadaşlarımla görüşmeme engeli koysa o ilişki pek de uzun soluklu olmazdı! Olmuyor zaten..

Tüm sabotajlarımızı göğüsleyen anlayışlı sevgiliyle evlilik sürecine girersek ne oluyor peki? Bölüm sonu canavarı olarak müstakbel kayınvalide/kayınpeder/kayınbirader/kayınabla (var mı böyle bi şey?) adamı kaçırmak için son bir şans veriyor bize. Kendi ailemiz, kendi arkadaşlarımız bizi kabullenmiş/kabul etmek zorunda kalmış; oysa müstakbellere kendimizi kabul ettirmek zorundayız. Düşünüyorum da, kayınvalidem beni ilk gördüğünde "bu kız çok şişman/biraz kilo versen iyi olur vs" demiş olsaydı sanırım 5,000,000 kişinin birleşip gökyüzüne uçakla yazı yazmalarından daha fazla koyardı. Sonuçta sevdiğimiz kişinin ailesinin de beni sevmesini isteriz; sadece "annesini dinler beni bırakır" korkusundan değil, bir nevi onların da ailesine girdiğimiz içindir belki bilmiyorum. Konuyu dağıtmadan, doğrudan bir laf değil de bir ters bakış bile gelse müstakbellerin bizi beğenmediğine "emin olarak" son virajda nasılsa yolun sonu yok diye kaçabiliriz. Sonuçta annesi de beni kabul etmemiş, bu zamana kadar hala gözü açılmamış sevgilinin gözünü o açar nasılsa değil mi?

Hepsini atlattıysak evli barklı moduna geçebiliriz artık. (Gelinlik provalarında yaşadığımız kendinden nefret etme/depresyon/şirretlik krizlerini de başarılı bir salvoyla atlatan sevgili - sendeki sabır rekorlar kitabına girmeli..) 


16 Eylül 2014 Salı

Obezite ve aşk hayatı - başlangıç

Hellü beybiler..

Bu konuya bu kadar geç dalmamın birkaç nedeni var. İlki, benim bu alanda çoğu kişiye göre nispeten şanslı sayılmam. Şu zamana kadar aşk hayatımda sorun yaşamamış olmam bi yana, 3 yıldır da süper fantastik bir evliliğim var. İkincisi ise beyim beyimin burayı okuyup alınganlık yapabilme olasılığı. Ama listelemeye başlamışken bitirmek gerekir diye pissssssssssssmi başlıyorum. (Sadece hatun bakış açısıyla yazacağım lakin vice-versa da geçerlidir)

Not: İstisnalar kaideyi bozmaz, yazdıklarım en kötü senaryolar..

"Önemli olan iç güzellik", evet doğru ama genelde iç güzelliği görebilmek için önce dış görüntüyü atlamak gerekiyor. Maalesef hiçbirimiz kolay kolay bu eşiği aşamıyoruz. Buna ben de dahilim - her ne kadar dışı çirkin bi insan olsam da empati kuramıyorum ve diğer çirkin insanların içini görebilmek için yeterince çaba sarf etmiyorum. Benim için daha saçma olan nokta ise bunu özellikle hatunlara karşı yapıyor olmam. Neden bilmiyorum, çirkin hatun çirkin erkekten daha itici geliyor bana. Belki erkekleri odun olarak kabul etmeme rağmen hatunların daha özenli olması gerektiğini düşünüyor olmamdandır, bilmiyorum.


Gözümüz gönlümüz açılsın dedim

İtiraf bölümünü geçip kendimizden bi posta daha tiksindikten sonra sosyal kısmına girelim mi konunun? Bi insanı tanıdıkça seversin ya.. Obezlerin tanındıkça sevilme olasılığı sadece arkadaş ortamlarında olabiliyor -  o da uzun süre beraber zaman geçirilebilirse. Üstelik normal bi insanın o arkadaş ortamındaki 10 erkeğin 8'ini tavlama imkanı varken bizim en fazla 2'ye razı olmamız gerekiyor. Bu durum elektrik/kafa uyuşması/uyumlulukla ilgili değil; diğer 8 erkek bizleri "kadın" olarak görmüyor çünkü. Evet kukumuz var, evet saçımız uzun, evet biyolojik olarak XX kromozomlarımız var. Ama hayır, erkeklerin gözünde kadın değiliz. Hatta onları geçtim, kendi gözümüzde bile kadın olamıyoruz bazen!

Bizler için en kolay tanışma yöntemi internet üzerinden aslında. Karşımızdaki bizi görüp üzerimize kocaman bi çarpı atmadan kişiliğimizi yansıtma zamanını daha fazla bulabiliyoruz. Hatta online olarak görüşmeden bile aşk yaşayabiliyoruz! Taa ki o hain buluşma anı gelene kadar.. İşte orada özgüven alt üst; tedirginlik had safhada.. Hiç dikkat ettiniz mi bilmiyorum -  bizim fotoğraflarımız hep vesikalık gibi omuz üstüdür. Kameralı görüşmede de mümkün olduğunca üst kısmımızı gösteririz. E karşımızdaki adam (internet üzerinde süper kişilikli olsa da) bizi gerçek göbeğimizle görünce beğenecek mi? Yoksa kaçıp gidecek mi? Hani eski Türk filmlerinde vardır ya; görücü usulü ya da telsizle tanışırlar, buluşurken kızı görünce kaçar adam. O korku hep var içimizde sanırım. İhtimal? %50 - %50.

Dışarıya çıktığımızda "kesişme" alışkanlığı vardır çoğu kişide. Yan masada oturan kızı/erkeği kesersin; (bazen öküz gibi bakılır ya, onu geçiyorum, sadece masumane bakışlar) hani böyle bi heyecanlanır insan, süre ilerlerse tanışma olasılığı doğar, belki oradan güzel bir ilişki başlar..Hah işte, bizim için öyle bi durum yok! Reca ediciym mantıklı olalım - hangi yabancı "aaa ne güzel kadın, çok beğendim, tanışmam gerekiyor" diye bize bakar ki? Hadi baktı diyelim, bizim onun güzel bakışlar olduğunu anlamamız mümkün mü peki? Dürüst olmak gerekirse birisi bana baktığında benim aklıma tek gelen şey ne kadar çirkin/şişman olduğuma baktıkları.. Başka bir olasılığı düşünmek çok zor. Bu durumda da ya utanç nedeniyle kafamı çeviririm, ya da sinirlenip pis pis bakarım. Her iki durumda da kesişerek aşık olmak benim hayatımda yer almıyor.


Kart ismine gerek var mı?


Bu kadar saydım ettim ama tabi ki obeziz diye hayatımızı yalnız geçirmiyoruz. Tanışıyoruz, sevişiyoruz, aşık oluyoruz, ilişkiler yaşıyoruz.. Normal aşk hayatı devam ediyor ama bu süreç sanmayın ki sadece ilişki çerçevesinde geçiyor. Bizim ilişkilerimiz sizinkilerden daha farklı ilerliyor her anlamda. Sadece iki kişi arasındaki iletişime bakmıyoruz mesela, kendi paranoyalarımız da çok etkiliyor her şeyi. Hatta bazen bilinçli ya da bilinçsiz olarak öyle sabotajlara kalkışıyoruz ki aklınız durur!

Konu uzun, farklı bir yazıya kalsın detaylar.



15 Eylül 2014 Pazartesi

Gel gör beni Dukan neyledi

Yulaf kepeği, mahlep, yağsız tava, köri, hazırlık yapma, balık, ev yapımı yoğurt, demleme yeşil çay..

Bunların hepsi sadece 25 günde hooop diye hayatıma giriverdi ya!

Yulaf kepeği Dukan'ın 5 şartından biri - kendisiyle mecburen samimi olduk. Birçok kişi tadını sevmezken ben nedense bayılıyorum. Eti Form'un da tadını seven biri olarak samanımsı tatlara yatkınlığım olabilir, bilemedim. Hemi de büşürü şeyde kullanılabilen cici bi arkadaşımız kendisi. Üstelik çok yararlıymış (ben onların yalancısıyım) Gerçi yine de beyaz un ağzını yüzünü kırar, o ayrı.

Baharatlar.. Daha önce de aşk yaşadığımı söylemiştim. Sürekli et/tavuk çerçevesinde takıldığım için lezzet katmak için elimden geleni yapıyorum ya; ayol baharatlarla ne kadar kolaymış bu! Tavuğa köriyi at hoop leziz bi şey oluveriyor. Ekmekçiklere mahlep kat hooop pastane çıkması minik muffinlere dönüşüyor. Şimdilik zencefil bile aldım, yakında kişniş de deneyeceğim. Karabiber, toz kırmızı biber, pul biber.. Bunlar benim için hep yeni. Öncesinde bi nane bi kekik bilirdim, bi de çok zorlanırsam kimyon - bittiiii. Oysa şimdi neler neler varmış, tek tek öğreniyorum resmen.

Ev yapımı yoğurt - o da ne? Eski ben mayalama kelimesini heceleyemezdi bile. Oysa şimdi kendi yoğurdumu yapmayı bırak, çok sulu olduğu için (malum yağsız süt) süzmeyi bile öğrendim. Hatta süzünce çok "süzme" olduğu için bi miktar normal yoğurtla karıştırıp mükemmel oranı bile tutturabiliyorum artık. İçine biraz baharatla yemeğin yanında "yoğurt yemek lazım ama böğk" kalıbımı kırıp döküp yoğurtçuklarımı tek başına öğün olarak mideme yollayabiliyorum. Balık gibi; yoğurt da güzel bi şeymiş meğersem.

Ama sanırım bana en büyük katkısı kıçımı kaldırıp yemek hazırlayabilmeyle beraber planlama yeteneği kazanmam oldu. Bir sonraki günün akşam yemeğine önceden karar veriyorum artık. Mesela daha bugünün yemeğini yapmaya başlamadım bile, ama yarın taze fasulye kavurması yapacağımı biliyorum. Evde biten eden her şey için alışveriş listesi hazırlayıp haftada bir marketten toptan alışveriş yapabiliyorum; eskiden reyonlara bodoslama girer ve canımın istediğini arabaya atardım. Eve geldiğimde ise poşetler hep abur cubur rafına kaldırılırdı. Sonra.. Sonra akşam yemeğinde ya makarna ya pizza ya lahmacun.. Oysa şu an yemek için dışarıdan ana malzemeler dışında bi şey sokmuyorum evime. Bunun sağlık tarafına girmiyorum bile canlar.

Sabah Cicoş'u gönderip kahvemi içerken kahvaltıda ne yapacağımı düşünüyorum bi yandan. Kepekle kahvaltılık hazırlamak gerçekten zaman isteyen bi şey olduğu için bunu yapabilmek benim için büyük başarı. Her sabah her sabah üşenmeden ekmek/krep vs yapar mı insan? Ooooo, hem de zevk alarak hazırlıyorum kahvaltımı. Beklerken mutfağımı topluyorum, buzluktan malzemelerimi çıkartıyorum, yoğurt yapılacaksa onu düzenliyorum.. Ve işin daha da ilginç tarafı bunları yaparken gerçekten zevk alıyorum. 

Kendime iyi bakıyor olmak, kendim için bi şeyler yapıyor olmak mutlu ediyor beni. Eh çılgın ötesi irade gösterebiliyor olmam da acayip motivasyon kaynağı oluyor. Durup durup kendime şaşırıyorum - nerede dolaptan peynir ekmek çıkartmaya erinip kahvaltıda BigMac söyleyen Esra, nerede üşenmeden ekmeklerini fırına atıp pişmesini beklerken yoğurdunu hazırlayan Esra. Dürüst olayım, gurur verici bi gelişme biliyor musunuz? Hem şunların tipine baksanıza :) Pofuduk pofuduk..


Mahlepli ekmekçikler


Son değişiklik de yürüyüş oldu. Evet, her gün mızmızlanıp bi halt yapamadığım spor tembelliği devam etse de yürüyebileceğim fırsatları kaçırmıyorum. Markete giderken yolu uzatıyorum, eskiden tuvalete arabayla giden bünyemi kısa mesafelerde yürümeye alıştırıyorum. Hiç yoktan iyidir değil mi? Kulaklığımı takıp yürümek eskisi gibi yormuyor - motivasyon patlamasından mı yoksa kaybettiğim kilocuklardan mı bilmiyorum ama sevmeye başlıyorum sanırım adım atmayı. Ah bi de asansörden vazgeçebilsem..

11 Eylül 2014 Perşembe

Seyir dönemi özet - 2. hafta

Ooooh tembellik hayatıma dallar budaklar sarmış iyice - blog yazmaya bile üşeniyorum ayol!

Hani motivasyon amaçlı en azından haftada bir özet yapacaktım sevgili popişim? Sayende iki elimle bi klavyeyi bile doğrultamadım - cık cık cık.. Neyse, geç olsun güç olmasın değil mi beybiler? Genel obezite şeysilerine girmeden (bu havada fantastik bi griple samimi olduğum için beynimin pek verimli olmamasından mütevellit) şu iki buçuk haftamı bi gözden geçireceğim.

25 ağustos'tan beri seyirdeyim. Bi gün çılgın protein, bi gün protein artı sebze yiyiyorum. Dukanca dilinde sp (saf protein) ve ps (protein + sebze) olarak kısaltacağım. Yeni yeni diller öğreniyorum resmen. Normalde pek sebze yemeyip genelde viva karbonhidrat ile beslenen bünyem sebze günlerinde kendini vitamine boğma eğilime girdi. Her ne kadar Dukan bünyeyi çökertmez yönünde sağlam kaynaklar olsa da bilinçaltımın bi yerinde "lan ben sebze/meyve yemiyorum, eksiklik olmasın?" paranoyası bi şekilde kurulduğu için böyle bi yönelim var sanırım. (Bu noktada kendime senelerdir ayda bir meyve/sebze yerken kafam neredeydi diye sormayı borç bilirim)(bkz. cevab veremedi) Bu tribin olumlu bir yönü var tabi, o yüzden çok da çemkiremiyorum. 

Benim açımdan en büyük gelişme balık yemek oldu. Bu yaşa kadar toplasan 10 defa falan balık yemişimdir; kokusundan tadından tipinden her şeyinden nefret etmeme rağmen sürekli et tavuk bi yere varamayacağımı görünce (ve vitamin vitaminnnn takıntım da ittiriverince) denemek zorunda kaldım. İyi ki denemişim! Bu yaşa kadar yemediğim tüm balıklardan özür diliyorum (ironiye gel) - bu kadar leziz olduğunuzu bilemezdim.. Lakin hala tüm mutfağın kokmasından kurtulamıyorum, var mıdır bunun bir çözümü acep? Bi de hala çıplak elle dokunamıyorum, üstelik tabakta olsa bile ürkütüyor hala. Sizce de balıklar dinozorlara benzemiyor mu? Korkunçlu!

Bunun dışında baharatlarla aşk yaşıyoruz resmen. Hani hep sürekli ızgara yemekten sıkılıyor ya insanlar Dukan'da; yalan azizim! Sade ızgarayı haftada bir yapıyorum desem yalan olmaz. Onun dışında bas sosu, bas baharatı, bas salçayı - ne sıkıcı ne saman gibi valla. Leziz leziz yemeklerle öküz gibi doyuyorum. Sabahtan hatta bi önceki akşamdan ne pişireceğimi planlamak da son dakika açlığını bastırmak için pis kaka şeyler yememi engelliyor, hem de ev karısı misyonumu tamamlamamı sağlıyor. Özetle yeme içme konusunda gayet mutlu mesut yaşıyoruz canlar.

En başa dönelim. Maalesef 22 gündür hala ve hala ve hala spor yapamıyorum. Dukan Amca yürüyüş zorunlu diyor ama ben popişi kaldıramıyorum ki :( Bi sürü ağlayan suratlar koyasım var buraya.. Diyet tamam, içecek tamam, spor ı-ıh! Çıkmıyor annem; dışarı çıkmayı bırak iki metre uzağımdaki eliptik kardeşin bile tepesine binip kırbacı vuramıyorum. Milyon tane bahane sunabilirim - Cicoş hasta, ben hasta, temizlik var, misafir var falan ama hepimiz bunların yalan olduğunu biliyoruz değil mi? Alt tarafı yirmi dakikamı kendime ayıramıyorum nedense. Hatta onu bile geçtim belli egzersizler var hani sarkma neyin olmasın diye, onları bile yapmıyorum ayol. Biraz kilo verdikten sonra kollar göbekler sarkınca aklım başıma gelecek sanırım ama o zamana kadar hala kendime güvenmiyorum, bunu nasıl çözeceğim bilemiyorum beybiler. Şu grip geçsin de bulmaya çalışacağım bi şeyler (ooooh yine bahane geldi ya, yatar bu plan)

El özet - bugün itibariyle 5,1 kg vermişim. Motivasyon fantastik! Bacaklarım inceldi gibi geliyor, ölçmediğim için emin değilim ama tipim öyle. Sırt ve bel kısmında da incelme var. Lakin bu göbek git-mi-yor! İçine giremediğim bir pantolon vardı; dün denedim ve düğme kapandı. Güzel haber değil mi? Kapandı kapanmasına da düğmenin üst kısmından pörtleyen yağlar hala sinsi sinsi güldüğü için istesem de giyemem. Oradan buradan zayıflayıp göbüşten kurtulamıyor olmam malak gibi yatmamla ilgili gibi geliyor. Yine spor yine spor - hımpf..

(Şizofrenik dönüş alert) Azimliyim - her şeyi yapabildiysem bunu da yaparım. Acı yok Rocky! Kahvaltı yapayım da, eliptiğe adım atacağım bugün. Bu gaza gelmem lazım yoksa sonu yok. Sporu hayatıma eklemezsem 879721312 kilo versem de geri alacağımı biliyorum çünkü. Daha önce 10 kere falan al ver döngüsüne girdim ve tekrar yaşamak istemiyorum bunu. 30 yaşıma obez girmeyeceğim gibi görünüyor, ama 31'de salmak da var değil mi? Madem başladık, tam yapalım - kıçıkırık Dukancı olmayalım. Ama önce mutfağa kadar kalkabilmem lazım, oooof of!

Bu arada beş kilo az geliyor ama.. Çekerken bile omzum ağrıdı - taşımaktan kurtulduğum ağırlık ahan da bu!


Boyun ağrıtan 5 kilo!

1 Eylül 2014 Pazartesi

Obezite ve eski arkadaşlar

Uzun süredir görüşmediğimiz herkesle karşılaşmak çok zor.

Normalde yıllardır ayrı kalmış insanlar bir araya geldiğinde genel olarak hayatlarından bahseder değil mi? İş, güç, aşk, ev, okul vs.. Oysa biz böyle bir ortama girsek en geç 5. cümle kilomuzla ilgili oluyor. "Sen kilo mu aldın/verdin?" Bundan sonraki tepki önemli. Eğer samimi olduğum biriyse konuyu kapatabiliyorum, ne kadar sinir bozucu olsa da en azından kısa sürüyor. Oysa sadece tanıdıksa ve samimiyet yoksa.. O zaman sıçtım işte. O muhabbet sürmek zorunda(!). Önce sağlıklı olmadığımı, daha genç olduğumu söylüyorlar; sonra da spor yap, su iç, şekeri kes tavsiyeleri geliyor. İçimden bas bas " aaaa haklısın, ben embesil olduğum için bunların hiçbirini bilmiyordum, sayende süper ince olacağım, gerizekalı!!!" diye bağırırken dışarıdan sadece gülümseyip nazikçe hak verebiliyorum - çıldırtıcı! Empati kurmak adına; birisinin elinizdeki sigaraya bakıp "ama sigara içmek çok zararlı" dediğini düşünün, siz de ağzına kürekle vurmak istemez misiniz?

Bu durum yaşanmasa bile, sadece o insanlarla görüşmek dahi stres kaynağı oluyor. Kilo konusunun açılmadığı ütopik bir ortamda olsam... Ben zaten her sabah aynaya bakıp kendimden tiksinirken, karşımdakinin ne kadar yakın arkadaşım olursa olsun beni normal insan olarak gördüğüne inanmıyorum. Evet, içimde bi yerlerde kişiliğim var ama yağ katmanlarının o kadar altında kalmış ki, sadece yürüyen bir et yığınıyım sanki. Hani derler ya insan önce kendini sevmeli; ben kendimi sevmeden arkadaşlarımın beni sevdiğine istesem de inanmıyorum. Biliyorum aslında, ama kabullenemiyorum - beni nasıl sadece insan olarak görebilirler ki? Saçma bir duygu, tanımlamak zor.

Bir diğer nokta da kişisel imajın karakteri yansıtıyor olması. 30 yaşında ve hala obez olarak kendimi aciz görüyorum; aciz, değersiz ve başarısız. Oysa karışımızdaki insana ne kadar yakın olursa olsun kötü yönlerimizi göstermek istemeyiz. Bundan yıllar önce 4 yıl beraber yaşadığım ev arkadaşımla bi ara koptuk, sanırım iki sene önce tekrar görüştük. O görüşmede eski günlerimize dönerek kendimizi barda dans ederken bulduk. 8-9 sene önce sabahlara kadar tepinen ben, yaklaşık 20 dakika sonra nefes nefese kalıp mola vermek zorunda kaldım. Sonra bi 20 dakika daha, sonra tekrar mola. Üstelik tipimden o kadar mutsuzdum ki, dans etmekten zevk bile alamadım (ki kapı gıcırtısına oynayabilen bir tipim.) Çok kalmadık zaten, kalktık. Dönerken otobüste tek düşünebildiğim zayıflamadan eski dostlarımla görüşmemem gerektiği oldu.

Utandım.. Tam olarak nedenini bilmiyorum ama şu an bile gözlerim dolarak o utancı hissedebiliyorum. Karşımda fıstık gibi bir insan vardı ve ben dans ederken ona ayak uydurmaya çalışan zavallı bir şişkoydum. Diğer insanlar kudururken ben nefes nefese kalan aciz bi insandım. Herkes hayatı için öyle ya da böyle bi şey yaparken ben kendini yemeğe vermiş iradesiz bi cisimdim. Göbeğim artık dış ortamlara giremiyordu ama ben inatla kendini kabul ettirmeye çalışan bir eziktim. Ve daha da acı olan, bu duyguları 2 sene önce yaşanmış gibi anlatıyorum ama hepsi hala geçerli; hala aynı ezik, aciz, iradesiz şişkoyum. O günden bugüne bir arpa boyu yol alamadım ama tek yaptığım hala öküz gibi yemek ve malak gibi yatmak. Benden bi bok olmaz!

Belki bi gün bi bok olursam, o zaman sosyal kelebek hayatıma geri dönerim, kim bilir? Ama o zamana kadar arkadaşlarımın beni kötü görmesini, bana acımasını istemiyorum. O yüzden yürüme mesafesindeki eski dostlarımı bile görmeyeceğim. Görmeyi bırak, buluşalım derler korkusuyla arayamıyorum bile! Bunun çıkışı yok sanırım - ya sev ya terk et durumu. Ya insana benzeyip sosyalleşeceğim, ya da kendimi yağlarımla eve kapatıp yaşamımı bu şekilde sürdüreceğim. Hoş, eve kapanma durumu beni mutlu ediyor aslında. Ama bazen aklıma şu takılıyor - gerçekten evde kalmayı seviyor muyum, yoksa bedenim başka şans bırakmadığı için sevmek zorunda mı kalıyorum? Cevabı bulmayı çok isterdim..

Umutsuzluk mu desem, sabırsızlık mı?

Obezlerin depresyonu daha mı "düzenli" oluyor acaba?

En azından ben günübirlik de olsa düzenli olarak depresif olabiliyorum. Benim manyaklığımla bağlantılı olabilir belki, ama yine de bugünkü mutsuzluğumun doğrudan göbeğimle etkili olduğunu düşünürsek belki de herkes böyledir, bilemeyiz ki? Çünkü biz hep "çok mutlu ve kendisiyle barışık" insanlar olduğumuz için mutsuzluğumuzu - özellikle bu konulardaki - pek paylaşmıyoruz. Elimde yeterince data yok. Ama kendim üzerinden gitmek gerekirse..

Şimdilik 3,6 kg verdim. Normal insanlar için bu süper bi sayı olsa da benim açımdan yaklaşık kulak memem boyutunda olduğu için pek bi şey ifade etmiyor(du). İki gün önce mutfakta 4 tane 1 litrelik şişeyi yanyana görüp "oha ben bu kadar mı verdim" mutluluğuna girdim ve tabir-i caizse götüm kalktı. Ahahahahha zayıfladım ben tribine girip pazartesi dışarı çıkarken süslenmeye karar verdim. Sonuçta etek giydiğimde göbeğim çıkmayacaktı, değil mi? Nah çıkmadı (öhöm). Dün akşamdan ojelerimi sürdüm, bacaklarımı aldım, sabah kahvaltımı ve dışarıda yiyeceğimi planladım.. Sonra bu sabah duştan çıkıp eteği denedim ve göbekçiğim tüm haşmetiyle melaba dedi. Laaaaaaaaaan?? O zaman tartının verdiğimi iddia ettiği kilolarım nereye kayboldu?

Yeni işim için toplamam gereken evraklarım var, ama şu an hiç dışarı çıkasım yok. Bi haftadır evimin güvenliğinden ayrılmamış olmam da etkili olabilir tabi, ama yine de asıl patlamayı kuaförü düşününce yaşadım sanırım. Kaşlarımı kendim aldığım için kuaföre pek gitmiyorum. Ama yine kaşlarımı kendim aldığım için bi noktadan sonra yamukluğun dibine vuruyorlar ve senede bir falan Fatoş Abla'ya düzelttirmeye gidiyorum. "Ayna ayna söyle bana yine mi senenin o zamanı geldi?" soruma evet cevabını alınca bugün gitmeye karar vermiştim - nasılsa yolumun üzerindeydi. Sonra gözümün önünde gittiğimde yaşanacaklar canlandı, en vurucu noktası "Aaaa sen kilo almışsın, evlilik sana yaradı, ama olmaz böyle, daha gençsin, vermen lazım, bilmemkimin kızı eşeenbacaa diyetiyle 15 kilo verdi incecik oldu, sana listeyi bulayım istersen" benzeri cümleler olacağı için gitmek istemiyorum. Gerçekten, bugün bunları kaldırabilecek kafada değilim.

Bizler için uzun zamandır görüşmediğimiz insanlarla aynı ortamda buluşmak çok zor olabiliyor. Senelerdir görmediğiniz biri.. Bu konu çok uzar - ayrı bir sayfaya taşımak lazım.

Sabırsızlık kısmı ne peki? Tartı gülücükler atıp rahatlarken ben bedenimde bi fark görmüyorum ya, sanki bi işe yaramıyormuş gibi geliyor. Bu da motivasyonumu dibe atıyor ve ruh halime göre kendimi ya vazgeçip yemeğe, ya da gaza getirip spora veriyorum. İkisi de zarar veriyor sonrasında. Sporun nesi zararlı dediniz di mi? Bel fıtığı olan obez birinin yürüyüş, yüzme gibi şeyler dışında çok da gaza gelmemesi lazım sağlık açısından. Oysa içimdeki sabırsız hasta ruhlu manyak ortaya karışık bir aerobik/pilates/yürüyüş/bisiklet atmaya çalışıyor; hem de aynı gün içerisinde. Kıçımı iki gram daha hareket ettirirsem yarın sabah incecik uyanabilirmişim gibi! Sonuçta da bel ağrısıyla yatağa girip günlerce hareket edemeyerek leziz bir kısırdöngüye giriyorum. Yemeğe verme konusunda girmeye bile gerek yok değil mi?

Çok uzattım. Bugün ikametgah almaya gidesim yok işte, yok. Tek istediğim yazmak ve alışveriş yapmak. Sanırım gidebileceğim en uzak nokta evimin 15 dakika ilerisindeki Migros olacak. Neyse, en azından sağlıklı şeyler alacağım - o da bi şey!