22 Eylül 2014 Pazartesi

Obezite ve aşk hayatı - evli barklı

Sanırım serinin (12) en zor yazısı bu olacak. İlk neden kendimden başka obez evli tanımıyor olmam - çoğu şey bu sefer doğrudan benden gelecek. İkincisi ve asıl önemli olan ise gerçekten içimi dökesim, kendimi analiz edesim, sonra da gidip kendimi dövesim var. Sabote ettiğimi bilmek hiç güzel bi duygu değil; mutluluk vermiyor, hayatımı güzelleştirmiyor ama yine de kendimi durduramıyorum işte. Sopa?

Hani artık imzayı attık, alan almış, alan memnun veren memnun gibi sözler var ya; normal insanlardaki işleyişi tam bilmiyorum ama bi obez için bunlar çok anlamsız. Bi obez evliliğinin 18. yılı olsa, adam işten eve evden işe olsa, hatta yıllarca bi odada kilitli kalsa bile kafasındaki şüphelerden asla kurtulamaz. Hatta gaza gelip şöyle bi iddiada bile bulunuyorum - bizim en paranoyak dönemimiz evlendikten sonra başlıyor olabilir.

Sevgiliyken terk edilme/beğenilmeme korkusu her ne kadar daha yoğun olsa da bu korkudan kurtulmak çok basit - ilişki basittir ve biter, korku gider. Oysa evlendiğimizde işler bu kadar basit olmuyor; eşin bizi beğenmediğini düşünmek sevgilinin beğenmediğine inanmaktan daha acı verici. Üstelik sürekli beraber olduğumuz için zavallılara daha fazla işkence yapabiliyoruz. 


Ama olmaz ki böyle!


İçimizde yıllardır dışlanmanın verdiği yorgunluk tüm huzuru evinde bulmaya çalışıyor - 7/24 ilgi sevgi özen bekliyoruz karşımızdakinden. Normal değil belki, evet, ama tatlı krizine girmek gibi bi şey işte. Eşimiz de doğal olarak bi yere kadar karşılayabiliyor bu psikopatlığımızı. Aylar boyunca kafamız rahat, mutluluktan sarhoş yaşıyoruz. Sonra bi gün telefon açılmıyor, eş eve geç geliyor, internette fazla takılıyor ve gerizekalı beyin paranoya moleküllerini çötönk diye salıveriyor ortaya - "internette başkalarına bakıyor, başkasıyla buluşuyor, başkasını düşünüyor, artık beni beğenmiyor.." Sadece aldatılma değil aslında konu; onun başka birini düşünüyor/beğeniyor olması bile yetiyor şartelin atmasına. Sonuçta aşk körlüğü sevgiliyken geçmediyse evlendikten sonra geçecek değil mi? Ve benim bile aynaya bakmaya tahammül edemediğim bedenimi bi süre sonra o da olduğu gibi görmeye başlayacak ve benden soğuyacak, benden uzaklaşacak, benden tiksinecek..


Bunları düşünmek için mantıklı bir nedene gerek yok aslında, dedim ya adamı yıllarca odaya kilitlesek bile aklında başka biri olduğuna emin olabiliriz hala. Bu saçma kuşku kafaya yerleştikten sonra ise manyak gibi "kanıtlayacak sinyaller" aramaya başlıyoruz. Cicim aylarında her gün sevdiğini söyleyen adam bi gün aksatsa - tamaaaam! Artık beni sevmiyor. Normal evlilik süreci, gündelik hayat yoğunluğu, yorgunluk, hayattaki diğer olaylar umrumuzda değil. Bunları yokmuş sayıp tamamen kendimize yoruyoruz her şeyi. Tüm gün toplantısı var, telefonumuzu açmadı ve iki saat geçmesine rağmen aramadı diyelim. Ne toplantının uzaması, ne müsait olmaması, ne şarjının bitmesi.. Bunlar yok kafada. "Bana dönmedi, artık beni sevmiyor!" Gece geç geldi işten, yorgun argın hemen uyumak istiyorsa.. "Bu gece beni görmek istemedi aslında, yorgunluk bahanesi, artık beni sevmiyor!"

Yazarken bile ne kadar saçma olduklarını görebiliyorum ama beyin fazlasıyla güçlü bi organ. Bu düşüncelerin olduğu anda tepki verdirmeyip mantık tarafını devreye sokabiliyor olsa da bunları bi kenara stoklamayı ihmal etmiyor. Sinsice tüm paranoyaları biriktirip alakasız bi anda toptan attırıveriyor ortaya. Üsttekilerin hepsine mantıklı yaklaşıp eşe yansıtmadan konuyu kapattık diyelim. Bundan aylar sonra başka bi delilik krizi geliyor - dışarı çıkalım dedik yorgun olduğunu söyledi. Tak tak tak.. Sıraya giriverdi mi hepsi? Zaten daha önce telefonumu açmamıştı, o gece hemen yatağa girmişti, bi kaç gün beni sevdiğini söylemeyi unuttu, şimdi de benimle dışarıda görünmek istemiyor. Bu kadarla kalsak iyi, kendimizi doğrulayacak başka kanıtlar da bulabiliyoruz ek olarak. Geçen gün telefonunun sesi kapalıydı, geçen ay alyansını takmadan gitmişti (unutmuş olamaz canım, kesin bilerek almadı), en yakın arkadaşıyla internette konuşurken ben gelince sayfayı kapatmıştı (kesin benim hakkımda yazışıyorladı).. Bak o zaman bunları önemsememiştim ama şimdi hepsi yerlerine oturuyor ühühühühüh :((


Bana bak! Şişmanım, çirkinim, değersizim.. Ben neden onlar gibi olamıyorum ki?
Bunları çemkirme usulüyle eşe yansıtmasak bile içimizde büyüterek kendi tavırlarımızı değiştiriyoruz ister istemez. Soğukluk hissetmeye başlıyoruz ama bi yandan içimizdeki mantıklı aşık taraf saçmaladığımızı hatırlatıyor. Değişik bi ruh haliyle kendi içimizde savaşarak dengeyi sağlamaya çalışıyoruz. Bu çaba çok yorucu, gerçekten. Dışarıdan bakınca hiçbir neden/değişiklik/uğraş yokken içeride Hitler Rusya'ya giriyor, Rusya karşılık veriyor, Amerika bi kenarda sinsice dahil olmayı bekliyor.. Ve biz bu karmaşanın ortasında hayatımızı düzenle sürdürmeye çalışıyoruz. Eşi sivil kayıp olarak karıştırmamayı başarsak bile kendi kafamız gidiyor veeee beklenmedik(!) son - depresyon koşa koşa kollarımıza atlıyor..

Hissettiğimiz anlamsızlıklarla karşı tarafı etkilemediğimizde bile sadece kendimize yaptıklarımız sabotajın tamamlanmasına olanak sağlıyor. Taraflardan birinin düzenli olarak depresif, dengesiz, mutsuz olduğu bir evlilik ne kadar sağlıklı yürüyebilir ki? Yok ettiğimiz sadece evlilik değil, içimizdeki huzur da kaybolabiliyor zaman zaman. Huzur olmayınca kafa daha derinlerde kayboluyor, sonra daha çok huzursuzluk, sonra daha derine iniş - pis bi kısırdöngü! Bazen döngü bi anda kırılıyor; normal hayata geri geliyoruz. Ne kadar saçmaladığımızı fark ediyoruz, eş farkında olmasa bile ona "kendi içimizde" yaptıklarımızı telafi etmeye çalışıyoruz, hayat yine güllük gülistanlık oluyor. Derken bi anda cevapsız arama düşüyor onun telefonuna ve şüpheler daha boğucu halde geri geliyor. "Ben kendimi asıl mutluyken kandırıyormuşum, bak adam beni sevmiyormuş aslında, şişman olduğum kadar da gerizekalıyım zaten, hem kim ne yapsın ki beni?" Sonra yine iyileşme, yine depresyon, yine iyileşme.. Karşıda ise dünyadan haberi olmayan bi zavallı!

Özetle, sadece kendimizi sevmediğimiz için başkasının bizi sevebileceğine tamamen inanamıyoruz. Bi iki yıl sever, bilemedin beş yıl olur, ondan sonra "gözü açılır" ve bizden vazgeçer diye düşünüyoruz. Bu o kadar güçlü bi inanç ki; karşı taraf ağzınla kuş tutsa ikna edemiyor bizi. Bi nevi medyumculuk oynamak belki - nasılsa sonunda üzüleceğim, bari şimdiden kendimi hazırlayayım da darbe o kadar sert gelmesin! En kötüye hazırlanırken gerçekten en kötüyü çağırıyoruz ama farkında bile değiliz. En içten duygularımla - iyi bok yiyoruz!

1 yorum:

  1. ne güzel anlatmışsın...insan kendini bile sevemezken ,bir başkasının sevmesine zaten hiç bir zaman inanmıyor ki...inanmış gibi yapıyor zaten sonrasında da sevdiğine değil de acıdığına inanıyor...iyi bok yiyor :)

    YanıtlaSil