Normalde yıllardır ayrı kalmış insanlar bir araya geldiğinde genel olarak hayatlarından bahseder değil mi? İş, güç, aşk, ev, okul vs.. Oysa biz böyle bir ortama girsek en geç 5. cümle kilomuzla ilgili oluyor. "Sen kilo mu aldın/verdin?" Bundan sonraki tepki önemli. Eğer samimi olduğum biriyse konuyu kapatabiliyorum, ne kadar sinir bozucu olsa da en azından kısa sürüyor. Oysa sadece tanıdıksa ve samimiyet yoksa.. O zaman sıçtım işte. O muhabbet sürmek zorunda(!). Önce sağlıklı olmadığımı, daha genç olduğumu söylüyorlar; sonra da spor yap, su iç, şekeri kes tavsiyeleri geliyor. İçimden bas bas " aaaa haklısın, ben embesil olduğum için bunların hiçbirini bilmiyordum, sayende süper ince olacağım, gerizekalı!!!" diye bağırırken dışarıdan sadece gülümseyip nazikçe hak verebiliyorum - çıldırtıcı! Empati kurmak adına; birisinin elinizdeki sigaraya bakıp "ama sigara içmek çok zararlı" dediğini düşünün, siz de ağzına kürekle vurmak istemez misiniz?
Bu durum yaşanmasa bile, sadece o insanlarla görüşmek dahi stres kaynağı oluyor. Kilo konusunun açılmadığı ütopik bir ortamda olsam... Ben zaten her sabah aynaya bakıp kendimden tiksinirken, karşımdakinin ne kadar yakın arkadaşım olursa olsun beni normal insan olarak gördüğüne inanmıyorum. Evet, içimde bi yerlerde kişiliğim var ama yağ katmanlarının o kadar altında kalmış ki, sadece yürüyen bir et yığınıyım sanki. Hani derler ya insan önce kendini sevmeli; ben kendimi sevmeden arkadaşlarımın beni sevdiğine istesem de inanmıyorum. Biliyorum aslında, ama kabullenemiyorum - beni nasıl sadece insan olarak görebilirler ki? Saçma bir duygu, tanımlamak zor.
Bir diğer nokta da kişisel imajın karakteri yansıtıyor olması. 30 yaşında ve hala obez olarak kendimi aciz görüyorum; aciz, değersiz ve başarısız. Oysa karışımızdaki insana ne kadar yakın olursa olsun kötü yönlerimizi göstermek istemeyiz. Bundan yıllar önce 4 yıl beraber yaşadığım ev arkadaşımla bi ara koptuk, sanırım iki sene önce tekrar görüştük. O görüşmede eski günlerimize dönerek kendimizi barda dans ederken bulduk. 8-9 sene önce sabahlara kadar tepinen ben, yaklaşık 20 dakika sonra nefes nefese kalıp mola vermek zorunda kaldım. Sonra bi 20 dakika daha, sonra tekrar mola. Üstelik tipimden o kadar mutsuzdum ki, dans etmekten zevk bile alamadım (ki kapı gıcırtısına oynayabilen bir tipim.) Çok kalmadık zaten, kalktık. Dönerken otobüste tek düşünebildiğim zayıflamadan eski dostlarımla görüşmemem gerektiği oldu.
Utandım.. Tam olarak nedenini bilmiyorum ama şu an bile gözlerim dolarak o utancı hissedebiliyorum. Karşımda fıstık gibi bir insan vardı ve ben dans ederken ona ayak uydurmaya çalışan zavallı bir şişkoydum. Diğer insanlar kudururken ben nefes nefese kalan aciz bi insandım. Herkes hayatı için öyle ya da böyle bi şey yaparken ben kendini yemeğe vermiş iradesiz bi cisimdim. Göbeğim artık dış ortamlara giremiyordu ama ben inatla kendini kabul ettirmeye çalışan bir eziktim. Ve daha da acı olan, bu duyguları 2 sene önce yaşanmış gibi anlatıyorum ama hepsi hala geçerli; hala aynı ezik, aciz, iradesiz şişkoyum. O günden bugüne bir arpa boyu yol alamadım ama tek yaptığım hala öküz gibi yemek ve malak gibi yatmak. Benden bi bok olmaz!
Belki bi gün bi bok olursam, o zaman sosyal kelebek hayatıma geri dönerim, kim bilir? Ama o zamana kadar arkadaşlarımın beni kötü görmesini, bana acımasını istemiyorum. O yüzden yürüme mesafesindeki eski dostlarımı bile görmeyeceğim. Görmeyi bırak, buluşalım derler korkusuyla arayamıyorum bile! Bunun çıkışı yok sanırım - ya sev ya terk et durumu. Ya insana benzeyip sosyalleşeceğim, ya da kendimi yağlarımla eve kapatıp yaşamımı bu şekilde sürdüreceğim. Hoş, eve kapanma durumu beni mutlu ediyor aslında. Ama bazen aklıma şu takılıyor - gerçekten evde kalmayı seviyor muyum, yoksa bedenim başka şans bırakmadığı için sevmek zorunda mı kalıyorum? Cevabı bulmayı çok isterdim..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder